“Ve etrafımdaki her şeyi sorgulamaya başladım.”
Annemin sesi ile uyanıyorum.
“Kimseye güvenme. Amcalar babanı tanıyorum derse inanma. Biri sana yiyecek bir şey verirse sakın alma. Olay mahallinde durma, şahit yazarlar.”
İlkokuldayken okul binasının üç metre ilerisindeki tuvalete gitmeye korkardık. Çünkü siyah çarşaflı bir kadın orada sürekli bizi bekliyordu. Bir anlık gafletimiz sonucu çalınmamız an meselesiydi. Bu sebepten tuvalete günde bir kez, en az dört kişi giderdik. Tuvalete gitmek bizler için ciddi bir sorun haline gelmişti. Üçüncü sınıftayken tuvalete birlikte gidebileceği birini bulamayan bir arkadaşımız kakasını altına kaçırmıştı. Öğretmenlerimiz arkadaşımızın altına kaçırarak bir davranış bozukluğu sergilediğini varsayıyorlardı. Oysa onun altına kaçırma nedenini biz biliyorduk. Kimseye söylemiyorduk. Neyse ki beş yıllık tahsilim süresince siyah çarşaflı kadın kimseyi çalmayı başaramamıştı. Fakat yıllarca beni tesiri altına almış müzmin kabızlık işte o kadının eseridir.
Benzeri durumlar her gelişim dönemimde farklı biçimlerde tezahür etti. Banyo yaparken bıçaklı adam perdenin arkasında sürekli beni bekliyordu. Yatağımın altındaki elin beni yakalaması an meselesiydi. Çevremdeki baskı ve tehditten kurtulamıyordum. Duvardaki kan, koynumdaki yılan kapıdaki yabancı, damdaki kemancı… Bir türlü peşimi bırakmadılar.
Yaşım ilerledikçe insanlık için daha önemli biri olmaya başlıyordum. Tarih sahnesinde eğer önemli biri iseniz düşmanlarınız da çoğalacak demektir. Hele ülkenin bütün istihbarat birimlerinin ne peşinde olduklarını biliyorsanız... Çok değil birkaç yıl sonra bütün planlarını altüst edecektim. Fakat benim gibi zeki birinin varlığını fark etmeleri çok zaman almadı. Artık sürekli takip ediliyordum. Hiçbir yerde güvende değildim. Evimde bile. Zira keskin zekâm sayesinde evin içinde dönen bütün dolaplardan haberdardım. Bir gün annemi yemeğin içine garip bir karışım koyarken yakaladım. Sinsice yanına yaklaştım. Ve “Ne yapıyorsun!” dedim. Kavanozun bir yana, annemin bir yana sıçraması hiç de normal değildi. Kavanoz yere düşmüş ve paramparça olmuştu. Kavanozun içindeki karışıma bakmak için eğildiğim an ensemde hissettiğim bir tokat tarafından durduruldum.
“Defol git başımdan! Bıktım senin saçmalıklarından!”
Gözlerimi kısarak başımı salladım ve anneme “Kimseye bir şey söylemeyeceğim, merak etme.” dedim. Fakat bu açıklamanın yeterli olmadığını ve annemin artık beni de öldürmek istediğini biliyordum. Zira onun kimi ne için zehirlemeye çalıştığını çözmüştüm. Babamı! Çünkü babam yıllardır Türkan Şoray’ ın peşindeydi. Sürekli onunla göz göze gelmeye çalışıyor, ne kadar güzel olduğunu söyleyip duruyordu. Annem önceleri durumun vahametinin farkında değildi. Gerçeği ona direkt söylemedim. İmalarım vasıtasıyla babamın kendisini sürekli aldatmaya çalıştığını anlamıştı. Zavallı babam hep başarısız oluyordu. Çünkü Türkan onunla sürekli dalga geçiyordu, O “Nerime” kod adlı bir Rus ajanıydı. Ve babamın hiç hesaba katmadığı bir şey daha vardı: Türkan lezbiyendi ve aslında bana âşıktı! Filmleri vasıtasıyla sürekli bana imalı bir şeyler anlatıp duruyordu. KGB tarafından benim için görevlendirilmişti. Fakat O kendi örgütüne karşı hain bir ajandı, beni dikkatli olmam için sürekli uyarıyordu.
Olaylar düşmanlarım için kontrol edilemez hale gelmeye başlamıştı ve hepsi birbirlerini yok etmeye çalışırken birdenbire bana karşı ittifak kurdular. Benden bir an evvel kurtulmaları gerekiyordu. Aşağılık planlarını benden saklayamıyorlardı. Çünkü benim için hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Sonunda beni alt etmeyi başarmışlardı. Hunharca üzerime saldırdılar ve benden kurtulmak için kurdukları psikiyatri kliniğine götürüldüm. Düzmece doktorun düşmanlarımdan yüklü miktarda para aldığını hemen anlamıştım. O sadece bir maşaydı. O bile nasıl büyük bir güç tarafından kullanıldığını bilmiyordu. Hemen hakkımda bir psikopatoloji raporu yazmaya başladı. Bağımsız bir hekim gibi görünmeye çalışıyordu. Oysa ben istihbarat örgütünün ondan yazmasını istediği raporun dizlerinin üzerinde durduğunu biliyordum. Sürekli dizlerindeki rapora bakarak raporu kopya etmeye devam ediyordu.
Ve son hükmü yazdı: Paranoid Kişilik Bozukluğu!
Hah hah hah haaaaa!
Karanlık güçlerin oyunlarına alet olmuş düzmece doktor, zavallı annem ve babam kahkaham karşısında sadece bakakaldılar. Ve devamı tam tahmin ettiğim gibi oldu: Beni oraya kapattılar.
Dünyada benim gibi zeki ve kötülüklere karşı koyan insanların var olduklarını biliyordum. Zaman içerisinde işte bu kapatıldığım hapishanede onlardan birkaç tanesi ile tanışma fırsatım oldu. Sürekli fikir alışverişinde bulunuyorduk. Algılarımız devamlı açıktı ve hep kayıt halindeydik. Dünya kötülüklerle doluydu ve en yakınımızdaki insanlar dahi bu duruma çanak tutuyorlardı. Nasıl bir düzeneğin içersinde olduklarını bilmeleri gerekiyordu. Güçlü bir örgütlenmeye ihtiyacımız vardı. Güçlü bir örgütlenme için özeleştiriye... Bunu da yaptık ve kendimizi onların çağırdığı isimle anmaya başladık: Paranoyaklar!
Hapis hayatımız bittikten sonra tekrar biraya gelip ‘Milletlerarası Paranoya Örgütü’ (MPÖ) nü kurduk. Toplantılarımızda dünya üzerindeki siyasi, iktisadi ve hatta coğrafi olaylara yeni yorumlar getirerek gizli güçlerin oynadığı oyunlara dikkat çekmeyi amaç edindik. Halen bir araya gelerek çalışmalarımızı devam ettirmekteyiz. Ne yazık ki; sizlere nerede, ne zaman, nasıl ve kimlerle toplandığımıza dair en ufak bir ipucu veremem. Zira başımıza her an her şey gelebilir.
Ve Paranoyak olmamız takip edilmediğimiz anlamına gelmez.