İnsanlığı etkileyecek olan cümle birilerinin onu bulmasını bekleyerek bir yerlerde duruyor olmalıydı. Fakat o şimdi ve burada duruyordu. Burası pek tenhaydı, yaprak dahi kımıldamıyordu. Tabiatı sevmiyordu. Herkesin kendisi gibi düşünmesini istiyordu. Ve fakat önce kendisinin ne düşündüğünü bilmesi gerekiyordu. Bir hafızası olmalıydı. Mesela çocukluğunda oynadığı oyunlar, gençlik arkadaşları, okul yılları, acı günleri…
Çocukluğumda buralarda balık yakalardık. Komşu, eş, dost hep beraber sinemaya giderdik. Bir sürü arkadaşım vardı. Evin önündeki parkta aptal oyunlar oynardık. Evimizin tam önünde aptal bir park vardı! Hepsinden nefret ediyorum! Bu hikâyelerin hepsi aptal yalandan ibaret… Yıllarca hafızamı bu olayların gerçek olduğuna inandırdım. Çarpıtıp yeniden yarattım. Artık sana yalan söylemeyeceğim Recai. Okul yıllarım falan olmadı. Olsa da yaşlandıkça unutabiliyordum. İlk aşkım liseli falan değildi. Cambridge’de edebiyat kürsüsünde hoca, bir profesördü! Profesörlük mezunuydu!
Kafam diye bir şey varsa, burası sis bulutu ile kaplı karanlık bir ormandı. Her tarafta kâğıtlar, kâğıtlar, sözler, sözler, hatta harfler, hatta harfler uçuşuyordu. Var olanı yeniden var etmek “dur bak nasıl yapacağım” demek için tonlarca enerji harcadım, elimde kalan sadece mide bulantısı…
Mide bulantımı değiştiremedim.
Durduğun yerden masayı oynatmak mümkündü. Hayır, asla mümkün değildi. Eşyanın tabiatı denen bir şey vardı. Akrep sokar, kelebek uçar, arı daralırdı. Tabi tabiat! Emredersiniz efendim! Beni sevin beni isteyin özgürce beni seçtiğinizi söyleyin hepsini kendiniz istiyormuş gibi yapın. Bütün bunlardan sonra insanlık ne yapmış olacaktı? Oh tanrım, sana şükürler olsun. İyi ki genetiği değiştirilmiş organizmalar var. İnsanlığı esir alan bu gürültü de nereden geliyor? Recai gene gaza geldik. İngilizce öğrenmem lazım. İngilizce hemen şimdi!
Satış, pazarlama konusunda deneyimli insanlar var. Kafamın içindeki kafeste dalaşıyorlar. Kafam denilen bir şey varsa özgür irade illüzyonu denilen bir şey de vardır. Yes sir! Burada tam bir doğa felaketi yaşanıyor. Tavukların derisi dümdüz olmuş. Artık “tavuk derisi” denilen tabir kullanılamayacak. Giderken aptal bir yazı yazdım: “ben gittiğimde siz çok uzakta olacaksınız beni aramayın.” Bu ben miyim? Yani her şey benim dışımda gelişiyordu. Uyandığımda olduğum yerde değildim. Hepimizi manipüle ediyorlar! Kaçın! Kurtarın kendinizi! Eh! Yeter be! Seninle mi uğraşacağım gece gece?
Tabiata olan nefreti onu omuz ağrıları ile baş başa bırakmıştı. Hüzünlü bir insan oluvermişti. Şair, şiiri beğenmemişti. Şair kendisininkinden başka kimsenin şiirini beğenmiyordu. Huysuz ve eleştirel bir yapının çelik ayaklarını tavana tutturan vidaların içine girdiği dübelleri temsil ediyordu. İki başlı bir canavar gibiydi. Kafası onunsa gövdesi onun olmamalıydı. Gövdesi onunsa kafası kesinlikle başka bir gövdeden koparılmış olmalıydı. İki uçluydu hikâyesi. Birini kendisi anlatıyordu. Konuşan kendisi olduğu zaman öteki kendisi başka bir kendisinden bahsediyordu. Hangisi kendi kendisiydi? Bunu hiçbir zaman bilemeyecekti. Hikâyesi sustuğunu sandığı yerde korkunç bir gürültü ile patlayacaktı.
Buldum! Bu gün günlerden Cuma! Aylardan Haziran, haftalardan Yılmaz! Bildiğin gibi değil. Göründüğün gibi değilsin. Bu sen değilsin. Değil sadece değilsin.
Nerdesin?