4 Haziran 2014 Çarşamba
ÇALIŞMA MASASI
Ellerini beyaz resim kağıdına yapıştırdı. Gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Sol eliyle kalemliğe uzandı. İçinden gelen bir kalemi seçti. Eline mor bir keçeli kalem geldi. Derin bir huşu içinde kalemin kapağını açtı. Kalemi kağıda değdirmek üzereyken; birden durdu. Tek mor keçeli kalemiydi bu. Kağıdın tamamını mor keçeli kalemle boyarsa, tek olan mor keçeli kaleminin mürekkebi bitebilirdi.Vazgeçti. Çizmedi. Kalemi yerine bıraktı. Masasından kalktı. Odanın ışığını kıstı. Mutfaktan bir kadeh şarap getirdi kendine. Masanın başına oturdu.Şarabından bir yudum aldı. Darlandı. Derin bir nefes aldı. Radyoyu açtı, radyodan gelen piyano sesiyle ortam birden loş ve şiirsel bir havaya büründü. Birazcık rahatladı. Etrafına bakındı. Balkona açılan pencereye doğru yürüdü. Pencereden dışarı doğru kafasını uzattı. Balkona çıkıp muhteşem deniz manzarasına bakmaya karar verdi. Balkonun kapısını açtı. Muhteşem manzara, piyano ve bir kadeh şarap eşliğinde derin bir nefes aldı. Ve fakat nefesini veremedi. Kötü bir his terliklerinin altından bütün vücuduna yayıldı. Üç gündür yağmur yağmıştı, balkon leş gibiydi. Kafasındaki hallolunması gereken işler listesine bir kutucuk daha eklendi. Yarın temizlerim diye düşünürken kafası çoktan bulanmış, keyfi çoktan kaçmıştı. Vazgeçti. İçeri girdi. Masasına oturdu. Zihni nedense çok meşguldü. Elektriği idareli kullanmak, temizliği vaktinde yapmak, kedinin suyunu değiştirmek, ay sonuna kalacak parayı hesaplamak, evi havalandırmak, ütüyü fişten çekmek, evi hırsızlardan korumak, her gece kapının kilidini kontrol etmek, dikkatli olmak...Tüm bunları hiç durmadan yapmak karşılığında, ruhunun hemeostatisin o huzur veren denge dalgasıyla sarılmış olmasını diliyordu.
Ona biraz daha yaklaşmak için birazcık daha çabalaması gerekiyordu. Mesela, evini hırsızlardan korumak için geceleyin bir kaç kez uyanarak kapının kilidini kontrol edebilir ve böylece evine herhangi bir hırsızın girmediğinden emin olarak daha huzurlu ve rahat bir uyku uyuyabilirdi. Kapının kilidini her gece daha sık kontrol etmeye başladı. Daha rahat ve huzurlu bir uyku için yapmaya başladığı bu kontrolller, onu gecenin büyük bir kısmında uyanık durmak zorunda bırakmıştı. Yine de durumundan şikayetçi değildi. Güvenlik herşeyden önemliydi. Neredeyse başaracaktı. Daha iyi hissedecekti. Yazık ki; o gece şarabın etkisinden olacak, kilidi kontrol etmek için uyanamadı. Eğer dışarıdan gözlerini görebilseydi, gözlerinin sağdan sola durmaksızın hareket ettiğini farkedebilirdi.
Fakat o ancak sahilde duran çıplak ayaklarını görebiliyordu. Ayakları sahilde kendilerini karaya atmış balıklar gibi duruyordu. Suyun kenarında duran ayakları, sanki birazdan bir türden başka bir türe dönüşecek gibi biçimsizce duruyordu. Nitekim ayakları da başka bir türe dönüşecekmiş gibi birden doğruldu, tabanları üzerinde durdu. Neden sonra görüntü bozulmaya başladı. Bakışları ne zaman ki hareket eden ayaklarına odaklansa, ayak parmakları sağa ve sola doğru durmadan savruluyordu. Ayak parmakları gözlerini çok yormuştu.
Gözlerini biraz dinlendirmek için ufka doğru baktı. İleride bir kalabalık görünüyordu. Kalabalığa doğru yürüdü. Kalabalığa yaklaştıkça, kalabalığın bir çember biçiminde durduğunu farketti. Kalabalığın oluşturduğu çemberin yanına geldiğinde hernasılsa, çemberde tam kırk kişinin olduğu bilgisi kendisine vasıl oldu. Bir zaman çemberin yanında durdu. Olan biteni seyretti. Bu kırk kişilik çemberin ortasına her defasında dışarıdan bir kişi geliyordu. Ortada duran adama her biri, tek tek, tam kırk defa sadece ''deli '' diyorlardı. Çemberin içine giren her makul görünümlü kişi, bu durumun sonucunda sapıtmış bir biçimde çemberden dışarı çıkıyor ve koşarak uzaklaşıyordu. Bir anda kendini kalabalığın ortasında dururken düşündü, diğerleri gibi kaybolması an meselesiydi, dehşete kapıldı. Biran evvel buradan kaçmak istedi. Kalabalıktan bir kişi onu farkedince ''deli!'' diye bağırdı. Diğerlerinin dönüp bakmasına fırsat kalmadan hızla koşmaya başladı.
Tuhaf dedi kendi kendine böyle zamanlarda koşmaya çalışırken bacakları bir türlü ilerleyemezdi. Bu kez o kadar hızlı yol almıştı ki; kalabalık geride bir nokta kadar ufak görünüyordu.
Yine de korku ruhunu rahat bırakmıyordu. Üzerine bastığı bir dalın çıtırtısıyla irkildi, telaşa kapıldı. Yeniden koşmaya başladı. Koşarken burnuna yoğun bir kereviz kokusu geldi. Kerevizden nefret ederdi. Etrafına bakındığında bir kereviz tarlasının içinde olduğunu farketti. Kerevizin o tahammül edilemez kokusu sanki bütün vücudunu sarıyordu. Başına gelenler bir felaketi andırıyordu. Daha da hızlı koşmaya başladı. Koşarken ayakları birbirine ve yerdeki kerevizlere dolanıyordu. Tepenin başından koşarken birden dengesini kaybetti. Yokuştan aşağı her yanı kerevizlere bulanarak yuvarlandı.Her yanı kereviz kokuyordu. Kerevizden nefret ederdi.
Düştüğü yerin soluna doğru bir kaç adım ilerisinde büyük demir parmaklıklı bir kapı gördü. Demir parmaklıklı kapıya doğru yürüdü. Ne de olsa demir parmaklıklı kapılar pek tekin olmazdı. Bu yüzden içeri girmeden, önce kafasını içeri doğru uzattı. Üzerine saldıran kimse olmadı. Zemini kontrol etti, hiç bir tuzak yoktu. Kapıdan içeri doğru yürüdü. Çok yüksek duvarları olan kale gibi bir yere geldi. Duvarlarda meşhur psikiyatrist Kretschmer'in sterotiplerinin resimleri vardı. Resimlere dikkatle baktı, altlarındaki yazıları okudu. Piknik. Atletik. Astenik. Biraz daha ileride morfoloji haritaları, insan tür ve ırklarına ait sınıflandırılmış resimler, mizaç ve huy açısından ayrıştırılmış insan türü örnekleri yer alıyordu. Saf. Kadirşinas. Kurnaz. Resimlere baka baka, kalenin merkezindeki büyük eski binanın önüne geldi. Karşısında yine büyük bir demir kapı duruyordu. Bu kez büyük kapıyı hafifçe iterek içeri girdi.
İçeride büyük ceviz masanın etrafında tam on iki adam hararetle bir konuyu tartışıyor gibilerdi. Hallerinden sanki biraz da kızgın oldukları anlaşılıyordu. Yine de tartışmalarına ara vererek, onu güleryüzleri ve şapkalarıyla selamladıktan sonra hepsi aynı anda şapkalarını masaya bıraktı ve hepsi aynı anda misafirlerinin oturacağı yeri işaret etti. Neredeydi? Bu adamlar kimlerdi? O kimdi? Artık hiçbir şey hatırlamıyordu. Masaya doğru yürüdü. Masanın köşesindeki siyah mürekkep lekesinden bu masanın kendi masası olduğunu anladı. Üstelik kalemliği de masanın üzerinde duruyordu.Hiç bir şey söylemeden, kendisine işaret edilen sandalyeye oturdu.
Adamlardan biri, ''sizi bekliyorduk'' dedi. ''Daha önce oku...'' diğeri sözünü kesti: ''Benim hayatımı yargılamadan önce, Benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan, dağ ve ovalardan geç.Hüznüacıyıveneşeyitatbenimgeçtiğimsenelerdengeçbenimtakıldığımtaşlaratakıl ya da... aman boşver ya!'' dedi. Bir diğeri ''Korkarım ki insanlar beni yanlış anlayacaklar'' dedi. Masanın üzerine çıktı. ''Benim kim olduğumu bilemeyecekler! Beni tam, tastamam, tamı tamına, tam manasıyla bilemeyecekler! İşte bundan çok korkarım!'' dedi. Kalemliğe bir tekme savurdu. Bütün kalemler etrafa saçıldı. Siyah sakallı olan diğer adam devrilen kalemliği yerine koydu. Kalemliğin içinde tek kalan mor keçeli kalemi gördü. Bir rahatlama hissetti. Rahat ve derin bir nefes alacekken, başka bir adam kafatasını öz ağzından kustu. Biri tırnaklarını kemirdi. Diğeri saçını yoldu.Şişman olan diğer adam tahtanın başına geçti. Bir kare ve bir karo çizmeye başladı. Kare ve karonun arasında daha sonra çizeceği şekilleri işaretleyerek geniş bir boşluk bıraktı. Şişman adam tek tek sordu: Soldaki şeklin ismi: ''Kare''. En sağdaki: ''Karo''. ''Biçimsiz misafirmiz tekrar söylesin'' dedi. ''Kare'' ve ''Karo''. Peki ya aradakiler? Kare karoya dönüşürken arada çizdiklerim? Yamuk bir Kare mi? Otuz derece kaymış Kare mi? Ya bu? Sola yatık bir Karo mu? Adam soruları sordukça gerçekten öfkeli ve hiddetli bir hal alıyordu. Bu manasız soruları neden ona soruyordu ki? Adam, ''Manasız ve isimsizdirler belki, belki de bir anlamları yoktur!'' dedi hiddetle. ''Bilinmez ve ürkütücüdürler hatta! Kavramı olmayan bir şey korkunçtur belki de. İşte benim gibi!'' diyerek pardesüsünü açtı görüntü o kadar da çirkin değildi, ve fakat gerçekten de manasızdı. Hiddetli adamın kocaman kıllı memeleri vardı. Uçlarından süt damlayan iri memeleri, hamile bir kadının memelerini andırıyordu. Biçimsiz ve küçük bir penisi de vardı aynı zamanda. Vücudu Kare ve Karo arasında adlandırılamayan biçimsiz şekillerin uyandırdığı hissi uyandırıyordu adeta. Bu manasızlıktan bir anda nefret etti, en çok da korktu. Bütün görüntü bu sahnede bir fotoğraf gibi donakaldı. Titremeye başladı. Sanki vücudunun bütün gözeneklerinden, bir elektirik akımı geçiyordu. Eğer dışarıdan tüylerini görebilseydi, tüylerinin nasıl da diken diken olduklarını farkedebilirdi. Fakat o ancak karanlık odasının loş tavanını görebilmişti.
Yerinde doğruldu. Kalktı. Kapının kilidini kontrol etti. Bir bardak su doldurdu kendine, bir yudum alacakken, bir anda sudan kerevizin o tahammül edilemez kokusu geldi. Vazgeçti. İçmedi. Kerevizden nefret ederdi.
7 Ocak 2014 Salı
ÖTEKİ CADDE
Karanlık ve sessizlikten sonra beynin kıvrımlarında yaklaşık yedi saattir her şey kendi sakin rutininde akmaya devam ederken, bir saat geldi, saniye saniye akan zamanda bir an geldi ve bilinç hali ışıklı bir duş gibi H.'nin beyninin her yanına yayıldı. İçinden söylenirken, ayakları vücudunun gerilimine dayanamadı, yarı uykulu uyanık halde ayaklarıyla havayı dakikalarca tekmeledi. Gün ışığı gövdesindeki bilinci aydınlattıkça kalbi kaygının karanlığına gömülüyordu. Gündüz hiç de hazır olmadığı bir zamanda gelip çatmıştı. Gözlerini sıktı. Uyandığını reddetmeye çalışarak yorganın altına kıvrıldı. Derin derin düşüncelere daldı. Yorganın altındaki H. şimdi H. olmasaydı, başka kim olabilirdi? Başka biri olsaydı şimdi yorganın altında olmaz mıydı? Şu anda yorganın dışında başka bir hayatı olsaydı? Başka birinin bir günü ona bağışlansaydı? Bu gün yaptıklarından hiç haberi olmasaydı? Sadece bu gün kayda geçmeseydi? Ömrünün ortalama 21.347 gününden başka bu gün, yalnızca bu gün hiç hesabı yapılmadan verilmiş olsaydı?
Perma peruklu yargıç tokmağını bir kez masaya vurdu. H. nin burada ne işi vardı? Bu mahkeme salonuna nasıl gelmişti? Kafası karmaşıkarışıktı, sanki kafasında onlarca kişi vardı ve hepsi bir ağızdan durmadan konuşuyordu. Yargıç tokmağını tekrar masaya vurdu! 'Sessiz olun!' H. etrafına bakındı. Salonda kendisinden başka kimse yoktu. Yoksa salonda göremediği başkaları mı vardı? Yargıç kime sessiz olmalarını söylüyordu? 'Size söylüyorum H. konuşmalarınızı bitiriseniz kararımı açıklayacağım!' Yargıç hiddetinden dolayı yüzüne düşen permasını eliyle kaldırdı. Kararını açıklamak için derin bir nefes aldı. Demek ki H. içinden ne söylerse yargıç bunların hepsini duyabiliyordu. Az önce de peruğunun ne kadar komik olduğunu düşündüğünü de duymuş muydu? 'Evet H. duydum! Sizi bekliyorum!'
H. içini hemen susturmalıydı, çok utanmıştı. Düşüncelerini sadece yargıçın söyleyeceklerine odaklamaya çalıştı.
'Sayın H., isteğiniz üzerine bu gün size ait olmayan ve başkasına ait olan bir gün. Yani sadece bu gün H. olarak kendi sorumluluğunuzda olmayacaksınız. Bu gün J. olacaksınız. J. olmak; H. olmamak demektir. J. olarak geçirdiğiniz bu gün yaptığınız bütün eylemler H.nin sorumluluğunda değildir. Bu günden sonra bir daha J. olamayacağınız için de ve aslında J. diye biri hiç varolmadığı için geçici benliğiniz olan J. ile yaptıklarınızın hesabı kimseden sorulmayacaktır.'
J. başına gelenleri düşünüyordu. Karşısında komik peruklu bir yargıç, eliyle kapıyı işaret ediyordu. Bir mahkeme salonundaydı. Nefes alıyordu. Birden bire hayata atılmıştı. Her nasılsa bir günlük ömrü olduğunu hatırlıyordu. Kendi kendine konuşurken gözleri yargıçın peruğuna takıldı. İçinden güldü, güldü, alay etti.
Bir anda yargıçın insanların düşüncelerini okuyabildildiğini düşündü. Fakat yargıç, J. nin düşüncelerine hiç tepki vermiyordu. Bir deneme yapmak istedi. Yargıça baktı ve içinden yargıça defalarca bağırarak hakaret etti. Yargıç hareketsizce J.nin yüzüne bakıyordu. Demek ki J. içinden ne söylerse yargıç bunların hiçbirini duyamıyordu.
'Söyleyeceğiniz bir şey yoksa çıkabilirsiniz J.'
Nereye gidecekti hiç bir şey hatırlamıyordu. Kendisi bir başkası gibiydi. Fakat aynı zamanda bir başkası da değildi. Aslında başka biri miydi? Parkta ayakkabı boyayan bir boyacı mıydı? Büfede döner kesen bir aşçı mı? Yoksa çok büyük bir şirketin patronu muydu? J. Kimdi? Ne için vardı? Ne yapmak için gelmişti? Kafasında H. adında birinin hayalinden başka hiç bir şey yoktu. Bir şeyler hatırlıyor gibiydi. Fakat ancak unutulmuş bir rüyanın parçaları gibi fotoğraflar beliriyordu sadece hayalinde. Yanılıyor muydu? Bilmiyordu.
J. mahkeme salonundan dışarı çıktı. Ne kadar da tuhaf hissediyordu. Tam şu anda dışarıdan birisi onu nasıl görüyordu ise işte o olabilirdi. Belki çok güzel bir evi vardı. Belki istediği her şeyi yapma kudreti vardı. Belki çok özgürdü. Şimdi canı sıkılsa bu şehirden gidebilirdi. Belki hiç biri değildi. Çok dertliydi. Sanki elleri kolları bağlanmış gibiydi. Sahil boyu yürüdü. Evinin bahçesindeki kutuya çöp atan bir adam gördü. Adam çöpü attıktan sonra etrafı kollayarak, kaçarcasına yandaki eve girdi, J. adamı uzun uzun izledikten sonra, adamın girdiği evin asıl evi olduğunu farketti. Fakat çöpünü öteki bahçenin kutusuna atmıştı. Adamın kendi bahçesindeki çöp kutusu bomboştu. Öteki bahçenin kutusu ağzına kadar dolmuştu.
J. 'acaba?' dedi içinden, 'adamla konuşursam, benim neler yaşadığımı nasıl biri olduğumu tahmin edebilir miydi?' Eğer adama adının H. olduğunu söyleseydi aslında adam onun J. olduğunu anlar mıydı? Adama kendini tanıttığında J. yahut H. demesinin adam için bir önemi olur muydu?
'Merhaba ben J. Öteki Caddeye nasıl çıkabilirim?' adam elinde başka bir çöp poşetiyle J.nin sorusuna yüzüne hiç bakmadan 'şu yolun sonu'dedi. J. arkasından adamı izledi. Adam elindeki çöp poşetini bu kez de iki yan binadaki evin önündeki çöp kutusuna attı. Tekrar etrafı kolladı kaçarak kendi evine girdi.
J. Öteki Caddeye yürümeye devam ederken önünde koca bir günün olduğunu farketti. Kocaman, korkunç bir bütün gün! Ellerini cebine attı. Cebinde biraz para vardı. Cebindeki parayla şarap aldı. Öteki Caddenin sonundaki bankta şarabını içtikten sonra üzerine bir rehavet çöktü. Bir kaç saati kendini uyuşturarak geçirmeyi başardı. Etrafta pek insan yoktu. Biraz denizi seyretti, martıları, ağaçları, parkta yürüyen bir iki kişinin konuşmalarını dinledi. Ne tuhaftı, birazdan bu gün bitecek ve J. sonsuza kadar kaybolacaktı. Acaba şimdi izlediği bu iki insan evlerine mi gidecekti? Evleri kaç odalıydı? Evlerindeki mobilyalardan memnunlar mıydı? Kavgalı oldukları bir arkadaşları var mıydı? Sabah uyandıklarında nasıl hissediyorlardı? Her sabah tekrar tekrar uyanmak nasıl bir histi? Ne tuhaftı, birazdan bu gün bitecek ve J. sonsuza kadar kaybolacaktı. Hayatında varolan tek şey buydu ve her nefes alışında bu gün birazcık daha bitiyordu.
Cebinden saatini çıkardı. 5 saat geçmişti. 3 saat daha nasıl geçecekti? Kalbi, zamanın bir an önce geçip bitmesini isteyen ve geçen her 15 dakikada derin bir kedere boğulan iki ucun arasında bir sarkaç gibi salınıyordu.
Zamanı nasıl geçmeliydi? Biraz yürürse daha mı iyi hissederdi? Yoksa önünden geçen insanlarla biraz sohbet mi etseydi? Şimdi lüks bir jakuzide keyif çatsaydı kalbindeki bu kederden kurtulabilir miydi? Doğa ile içiçe olmak daha mı iyi olurdu? Denize atlayıp oyuna son mu vermeliydi?
J. içinden bu yaşadığının hiç adil olmadığını düşündü.Hiç bir hazırlığı olmaksızın, birdenbire olanaklar yumağının içine atılmıştı. 'Acaba' dedi içinden, 'J. olmasaydım mesela H. olsaydım?' Geçmişe dair bir izi olsaydı. Aynı davranışları tekrar tekrar yapmış olsaydı? Yaklaşık 14.576 gündür aynı duyguları tekrar tekrar hissetmiş olsaydı? Hayatı hakkında fazlaca tecrübeli olabilir miydi? Olanaklar içinden rahatlıkla seçim yapabilir miydi? Seçtiğinden dolayı içi rahat olabilir miydi?
J. , J olarak ne yaparsa yapsın kazandığı bu bedava günün layıkıyla geçiremeyeceğini düşünüyordu. Yapacağı hiç bir şeyden emin olamayacağına göre; kalan zamanın bitmesini hiç hareket etmeden beklemek en iyisi olacaktı. Hiç bir iz, hiç bir yaşantı belirtisi bırakmamalıydı arkasında. Buraya gelenler bir zamanlar burada J. diye birinin yaşamış olduğunu anlamamalıydılar. Evet, en doğru yol bu olmalıydı. J. elindeki şarabın son yudumunu yere döktü. Şişeyi aldı. Ayağa kalktı. Şişeyi oturduğu bankın üç metre ilerisindeki küçük çöp kutusuna attı. Tekrar oturduğu banka geldi. Bankın önündeki küçük çöp kutusunu kontrol etti. Çöp kutusu bomboştu.
Sessizce oturdu. Bekledi. Bekledi.
H. o gün yataktan hiç çıkmak istemiyordu.Gördüğü tuhaf rüyayı hatırlamaya çalışıyordu.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)