Buzdolabında muhteşem bir muhallebi kâsesi var. Az önce iki tane daha yemiştim. Üçüncüyü istiyor canım. Televizyonda ‘Susam Sokağı' oynuyor. Annem merdanelide çamaşır yıkıyor. İçimde bir gerilim müziği çalıyor. İki yol var önümde... Buzdolabından muhallebi kâsesini çalsam? Yok. Olmaz. Otur. Televizyon seyret. Şöyle arkadan dolansam, anneme görünmeden, buzdolabından muhallebiyi çalsam...
Üst kattaki tarçınlı tabakayı sıyırsam…
Oh.
Parmak uçlarımda yürüyerek bahçeyi kontrol ediyorum Bereket annemin kıçı dönük Bahçeden mutfağa doğru süzülüyorum Bir gerilim müziği çalıyor Keman sesi gibi bir şey içimde Mutfağa akıyorum Sürünerek buzdolabına ulaşıyorum Buzdolabının önündeki taşı çekiyorum.
Pat. Çat. Şangır. Şılop.
Nasıl koymuşlar o beş kiloluk salça kavanozunu oraya? Ah, o dolaptaki muhallebi kâsesi. Yerde paramparça olmuş kavanozun paresi. Duvarda sükut-u heyecanın kırmızı lekesi. Merdanelinin kesilen sesi. Gürültüye gelen evin hanımefendisi.
İki yol var önümde. Kaçmalı ya da kalmalı. Karar kılmalı.
Nöroşirurjiyenler böyle bir durumda organizmanın vakayı davranış yoluyla kontrol edemeyeceğini düşünüp hiç kımıldamamak suretiyle olay mahallinde öylece durup öğrenilmiş çaresizlik içerisinde katatonik postür ile karakterize olacağını söylemektedir.
Neyse ki hemen “İki şer var ise meydanda ehven-i şerreyn ihtiyar olunur.” cümlesi geliyor aklıma. Tâbi. Ben deniz beş yaşında bir çocuk, aklıma hem böyle bir cümle geliyor hem de iki şerden hangisinin evlâ olduğunu ‘şıp’ diye biliyorum.
Pekâlâ.
Kaçtım.
Yedim sopayı.
Maşallah.
İşte, insan bazen böyle ‘iki ucu boklu değnek’ durumları ile karşılaşabiliyor. Tam da bu noktada iki uçtaki bok miktarına bakarak daha az olanı tercih etmekte fayda vardır. “Zaten boka battık ne fark eder ki anasını satayım!” demek pek doğru değildir. Bu gibi durumlar hayattan ve her şeyden bir anda soğutabilir. Ve fakat hayatınız kendisine karşı hissettiğiniz soğuklukla ilgilenmeksizin sert ve telaşlı bakışlarla vereceğiniz kararı bekler.
Suç işlemiş olan masal kahramanına “Kırk satır mı istersin kırk katır mı?” diye seçenek sunan ihtiyar heyeti hep bilgece ve demokratik davranır. “Kırk satır düşman başına kırk katırı verin de sılama gideyim.” diyen suçlu da seçim yapmış olmanın gurunu yaşar.
Gerçi ben daha hiçbir masalda “Yahu, bu kırk satır da neymiş bakalım hele?” diyeni ya da yeni bir seçenek sunan bir ihtiyar heyetini duymadım. Zira ehven-i şerreyn bir rahatlık mevzusudur. Her şey önceden bellidir. Kader gibi yani... İhtiyar heyeti “Aman, yeni bir kararname çıkarayım.” diye kafa patlatmaz. Suçlunun söyleyeceği zaten önceden bellidir. Kafalar rahat yani...
Elimde olsa kavanozun düştüğü anın evrende donmasını ve sonsuza dek bu şekilde asılı kalmasını seçerdim. Ve fakat böyle bir seçenek yok. Seçim her ne olursa olsun “Yok yok. İyi olanı yaptık başka çare yoktu” demek elzemdir. Bu durum da insanı bir tevekkül şahsiyetine çevirir ki işte anın paralel evrende asılı kalması illüzyonu ancak bu şekilde gerçekleşir.
Sonuç: Sine-i suzânın mutlak sükûnudur.
Hadi hayırlısı...
nazlikalkan@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder