İngiliz Kıraathanesi /Akşamüzeri
Kapı kapandı. Aydınlık bir yer, bir İngiliz Kıraathanesi burası. Reçelli kurabiyelerinden ısırırken dudaklarının kenarından kaçan kırıntıları ipekli mendilleriyle yakalayıp alaşağı eden İngiliz Asilzadeleri ağızlarındaki kurabiyeyi sütlü çaylarıyla yumuşatıyorlardı. Her bir masanın seçilmiş temsilcisi elinde “Okey İçin Dördüncü Aranıyor” yazılı pankartını taşıyordu. Kıraathanenin âdeti gereği, her saatin ilk beş dakikasında hep beraber masaya vurarak, yer yer vurgulu, yer yer coşkulu bir biçimde ilahiler söylüyorlardı. Adam, Bu Lord, Baron, Kont ve Konteslerin ne dediğini hiç anlamasa da onları hayran hayran seyrederken, kendini onlarmış gibi hayal ediyordu. Kendini hayaline fazlasıyla kaptırmış olacaktı ki; yüzünde onlarınki gibi, kibirli bir gülümseme belirdi. Aralarına karışıp söyledikleri şarkıya eşlik etmek istedi. Bu niyetle ‘A’ demek için ağzını ‘O’ şeklinde açmıştı ki; şarkıyı söyleyen herkes aniden sarsılarak delici bakışlarını adama yöneltti. Asilzadelerden biri “Şunun çamurlu ayaklarına bakın!” diye haykırdı.(Bariton-Lirik-Animato)
Adam, asilzadelerin delici bakışları altında ezilirken; samimiyetsiz bir gülümsemeyi eline alıp onlara fırlattı. Asilzadeler bu sahte gülümsemeyi gök gürlemesini andıran toplu bir kahkaha törenine çevirdiler. Hep beraber korkunç bir biçimde gülümsediler. (Konçerto Grasso)
Sonra tekrar sarsılarak bir anda sustular. Hepsi bir anda, adamı kıraathanenin ortasında bırakarak masasına çekildi. Okeye dördüncü bulamadıkları için, okey taşlarıyla ev yapmaca oynayan bu kalabalığın çıkardığı taş gürültüsünden dolayı salonda başka hiçbir şey duyulamıyordu. “Durun!” diye bağırdı adam, “Kimse kımıldamasın, çok korkuyorum!” . (Sessizlik)
Taş sesleri kesildi. Hepsi bunu neden yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri olmaksızın olanca asaletleri ile aniden sarsılıp havaya baktı. Hiçbir şey kımıldamıyordu. Salonda dolaşan o kocaman karasinek dahi buradaki büyülü atmosferi baltalayamıyordu. Adam hızla tırnaklarını yerken bir yandan da salondakilere seslenmeye çalışıyordu:
“Hepinizden korkuyorum! Bakışlarınızdan, sözlerinizden, asaletinizden!”
Melodik sesi ile “Neden geldin?” dedi bir asilzade.
“Şemsiyemi unutmuşum, ondan.”
“Kaşların mı çatık? Yoksa bize kızgın mısın?”
“Yok, canım daha neler! Beni hiçbir şey kızdıramaz. Ha-ha-hı…”
“O halde vur beni” dedi aynı asilzade (Kurşuna Gerek Yok)
Bunun üzerine adam, bütün asilzadeleri, mümkün olduğunca parçalamadan, büyük lokmalar halinde, hatta bazı minyon tipli olanlarını tek parça halinde yedi. (Mersiye-Lamento)
Yediklerinin ağırlığı üzerine çöktü. Uyudu. Uyandığında çok fena çişi gelmişti.
Boşluk/Boşluk
Kapı hızla çarptı. Hafızasını yitirmişti. Bir mazereti vardı elbet fakat şimdi hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Trafik mi vardı? Hasta mı olmuştu? Ruhu mu sıkılmıştı? Kalp çarpıntısı mı? Karın ağrısı mı? Kapı hızla çarparken o yoktu. O kapının çarpmış olduğu mekândan çok uzakta bir boşlukta asılı kalmıştı. Etrafındaki her şey yok denecek kadar yoktu.
Kapı önü/Son
Kapı açıldı, kapının tepesindeki zilden “çiling” sesi geldi. Ortalık adeta bir çöp yığınına dönüşmüştü. Göze göz ile dişe diş, kana kan, tar u mar, çin u maçin… Sözler birbirine girdiği için söyleyecek söz bulunamıyordu. Sessizce yürürken karşısına çıkan göle işemek üzere göle doğru eğildi, fakat yedikleri taş gibi midesine oturduğundan; eğildiği anda kendi ağırlığına dayanamayıp göle yuvarlandı.
Kapı Arkası/Başlangıç
Kapı kapandı. Sırtındaki on iki kilogramlık çantasının altında her zamankinden daha küçük bir halde duruyordu. İçindeki ses, neden geç kaldığı ile ilgili soru soran öğretmenine “yataktan çıkmak istemedim, sıcacıktı” demek isterken, içi bu sesi bastırarak ona “karnımda bardak gibi bir şey vardı, çok ağrıyordu, bu yüzden geç kaldım.” dedirtti. Çantası büyüdükçe, içi işte böyle, soru soran, rica eden, isteyen ve emredenler için sesini daha çok bastırdı.
Dışında her defasında başka bir ses belirdi.
Kargamecmua/Ekim 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder