31 Mayıs 2011 Salı

KONÇERTO DÊ KAKA

“Toplantı geç saatlere kadar birlik ve beraberlik havası içinde devam etti.”
                                                                     -Dağılın, herkes evine!-
Kurgusal film ile belgesel arasındaki farkı sorduklarında aklıma ilk ne gelmişti? “Ne?” (e harfi söylenirken yavaşça aşağı düşer ve oturur). Sorular, kaygılar, eleştiri, kaygı, karın ağrısı, bok, püsür, bok. Kaka. Sabah kahvaltısından sonra yaktığın ilk sigara. Doktorlar kahvaltıda tahıllı yiyecekler yemeni öneriyorlar. Bir de aç karnına yoğurt yersen ilk sigaradan sonra günün ilk kakasını kesinlikle hiçbir şey tutamaz diyenler var. Yapmış biri. Öteki de diğerini... Bir sürü hazırlık yapıyorsun bunun için ve fakat ebeveynlerine armağan olarak sunduğun ilk kakanın yapışkan kokusunun esrarında olamıyor hiçbiri. Zira bir kez doğmak yetmiyor insana.
 İlk kakan.
Yeşil renkli, akışkan.

Antonio Vivaldi. İlkbahar. Sonbahar. Allegro. Nereden geldi ki aklına Dört Mevsim’i yazmak? Acı mı yaptırdı bunu ona? Haz? Mutluluk? İlk mi? Son?
İlk. Son. İlk. Son. Doğum mu? Ölüm mü? Gelecek kaygısı, ölüm korkusu, karın ağrısı, bok, püsür, bok. Kaka.
Öldükten sonra gelen son kaka. Ölmeden evvel yoğurt yemezsem? Sigara içmezsem hiç? Çıkardığım son bok yaşar mı öylece bağırsağımda? Son kaka çıkmasa, midem hiç patlamasa, sonra iç organlarım dağılıp hamur kıvamına gelmese. Keşke hiç çürümesem.

 Ah, son kakam.
Ölü bedenin anüse yaptığı son baskı.
Kalın ve ince bağırsağın son dansı.

Ne var ki; ilk kakanla son kakan arasındaki muhabbetten esinlenir ilkin ve sonun arasındaki meseleler. Ilık-sıcaktır ceninden çıkan ilk kaka ve de ılık-soğuktur cesetten çıkan son kaka.  Ilık-sıcak ilkbahar, ılık-soğuk sonbahar allegro accelerando affetuoso agitato!



Çizginin başlangıç noktası” dedi ilk için. “Bir mektup yazarsın, zarfa koyarsın, mektubun çıktığı yer, işte orası ilk” dedi Beduh. Beduh 2648. Posta Cini. ‘Mektubun çıkışı’ diyor; tohumun topraktan fışkırması gibi gürültücü ve ürkütücü, varış yolu akışkan ve de yapışkan, son ucu sessiz ve dikkatsiz. Ölüm gibi.

Ölümü sona mı sakladılar Beduh?

Toplantı bitti. Herkes gidiyor. Ne güzel eğleniyorduk ya işte. Yavruların uykusu gelmiştir. Kaç gün uyumadan ayakta durabilir ki kişi? Ve fakat bu benim katıldığım ilk toplantıydı. Olsun. Zaten her gün yeniden doğmak istiyor insan.
O halde söyle! Evliya Çelebi seyahate ilk nereye gitti? İlk yardım nedir? İlk telefon ilk nerede görüldü? Bizim ev değil miydi yahu? Konuşma! Yaz! İlk Türk Devletleri! İlk anneler günü ne zaman kutlandı? Hiroşima neresidir? Erkeklerin kadınların ilk neresine bakar? Kadınlar erkeklerin ilk neresini tutar?
Yaz! Cinsel ilişkide ilk gece!

“Ne?” (“e” harfi söylenirken aşağı düşer ve gider.)


nazlikalkan8@gmail.com

26 Mayıs 2011 Perşembe

ZERZEVAT

Kutup ayısı beyazdır. Gayet şişman ve de tıknazdır. Umursamazlığı ve bencilliğinin yanı sıra acil durumlardaki sükûneti takdir edilmesi gereken bir kişilik özelliğidir. Bilhassa matematik ve kimya ilimlerinde engin tecrübelerinden faydalanılmaktadır. Müzmin hipermetropi rahatsızlığından dolayı bazı bölgelerde -ki; bilhassa okuma yaptığı zamanlarda- gözlük taktığı görülmektedir.
Bir de aç olduğu zaman babasını bile takmaz.

Boz ayı bozdur. Burnu sivri, kulakları oldukça büyüktür. Son derece telaşlıdır. Dikkati genellikle dağınıktır. Kendisine bulaşılmayana dek genellikle barışçı bir davranış örüntüsü sergiler. Hoşsohbettir. Espritüeldir. Sert, haşin ve gaddar olmasının yanı sıra bazı durumlarda bilakis kibarlığıyla da dikkat çekebilmektedir. İyi dans eder, ısrar eder.
Bir de aç olduğu zaman babasını bile takmaz.
Adam kapıyı aniden açtı, “eşyanın tabiatı!” diye haykırdı. Toplantıdakiler telaşla kapıyı suratına kapattılar. Adamı yaka paça dışarı attılar.
Rengi değişenin tabiatı değişti, tabiatı değişenin rengi…
Renk ifadedir. Kırmızı ataklığı ve canlılığı ifade eder. Sarı en parlak renktir, zekâ ve pratiklikle ilgilidir. Yeşil sessizliği anlatır. Kavuniçi de bir şeyi ifade ediyordur kesin, şimdi hatırlamıyorum. Doğada her nesne rengi ile ifade halindedir aslında. Bu yüzden gök kırmızı, dal sarı, tarla yavruağzıdır mesela.
“Renksizlik renge esir olunca; Musa, Musa ile savaştı.”
Adam aniden bir kristal parçası aldı. Daha önceden icat etmiş olduğu el fenerini kristale tuttu. Ortaya altı renk çıktı.  Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mor, mavi (yüklemsiz tümce). Haftanın günleri yedi. Kaç nota var? Yedi. Düşünüyorum o halde varım? Efendim? Bu benim lafım değil. Edmond koş! Kilisenin uğurlu sayısı yedi! Valla sıçtın abi. Sıçtın mı? Yani. Yedinci rengi uydurmak zorundayız. Hay, bin atlı süvari! Orta kahve getir Edmond süvari olsun! Uyduruk renk ne olsun? Sıçtın Mavisi olsun.
Adam bir kristal parçası aldı. Daha önceden icat etmiş olduğu el fenerini kristale tuttu. Ortaya yedi renk çıktı. Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mor, mavi, sıçtın mavisi. (argo ve kaba sözcük)
“Yine renksizlik geldi, tezat kayboldu, Musa ile Firavun bir oldu.”
Firüzağa’da kahve içtiler. Bir el tavla attılar. Eskilerden konuştular. Nil’in gülkurusu suyundan, kurbağa istilasından, çıban belasından bahsettiler. Rakı içip şarkı söylediler. Firavun sarhoş olunca çenesi düştü. Nil’in aslında yeşil aktığını, kendisinin yeşil dediğinin aslında belki de mavi olan fakat yazarın gülkurusu dediği renk olabilme ihtimalinin hala var olduğunu, hatta daha da ileri giderek belki de hiçbir yerde hiçbir renk olmadığını iddia etti. Bu gereksiz tartışma geç saatlere kadar devam etti.
Adam aniden kapının önünde oturdu. Bir sigara yaktı. İçine kapanmaya karar verdi. Ruhsal bunalıma girdi. Sonrasında sağlığına yeniden kavuştuysa da ilmi konulara bir daha asla ilgi duymadı.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

HAZİN ŞARKI

Kar yağmamıştı henüz. Her mahallede bir milyoner vardı. Tüm mahalle milyonerleri Salı akşamları Milyoner Lokal’ de bir araya gelir mahalle baskısı yapardık. Radyoda Emel Sayın Elhan-ı Şita söylerdi. Her milyoner mahallesini renkten renge boyayıp bir diğer mahallenin üzerine bastırırdı. Renkler birbirine karışırdı. Karafakiden rakılarımızı koyar, ortaya çıkan ebruli baskıları seyrederdik.
Çetin vardı bizim, aşağı ki mahallenin milyoneri. Ayaklarını ikinci katının penceresine asar, ayaklarıyla mahalleyi seyrederdi. Genellikle de evden çıkarken pencerede asılı unuturdu onları. İşte bundan mütevellit hep ayaksız gelirdi mahalle baskısına. Çok hassas ve kabiliyetli bir arkadaşımızdı. Pek anlamlı güfte ve besteleri vardı. Ve fakat sanatçı ruhu onu bitmek bilmez bir talihsizlikler silsilesinin peşinde sürükledi.
Mahallenin en güzel kızı Süslü Mürgân’ a âşıktı Çetin. Kızın adını ‘Müjgân’ koymaya niyetlenmişler aslında lakin Mürgân doğduğu zaman, dönemin tek nüfus memurunun başını kaşıyacak vakti olmadığı için kafasındaki ‘J’ harfini kaşıyamamış. ‘J’  ‘R’ nin altında saklı kalmış. Bu yüzden isminin içinde ‘J’ harfi geçen dönemin bütün çocuklarının ismi ‘R’ harfi ile kalakalmış. İşte Çetin’in talihsizliği Mürgân için yaptığı şarkıyla başladı. Bir gün kızın önünde diz çöküp “Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin...” diye serenadına başlayınca Mürgân bir ördeğe benzetildiği gerekçesiyle kırmızı çantasını Çetin’in kafasına gömdü.
“Gittiniz, gittiniz ey mürgân,
Şimdi boş kaldı serteser yuvalar”

Çetin bu acı olayın tesiriyle kör oldu. Ve elem içinde yaptığı “Manda yuva yapmış söğüt dalına” adlı şarkısı tarihin en saçma şarkısı olarak kabul edilince içki ve kumara vurdu kendini. Çok asabi ve huysuz bir adam oldu. Eski Çetin’i özler olmuştuk. Yaptığımız yemekleri beğenmiyor, izlediğimiz filmleri eleştiriyor, söylediğimiz şarkılardan nefret ediyor, her yerde müzik terörü estiriyordu.
Bir keresinde Mahalle Milyonerleri Lokalinde piyano başında Çetin’in “Manda yuva yapmış söğüt dalına” adlı eserini okuyordum. Şarkının tesiriyle kendimden geçmişim. O an Çetin’in kapıyı kırmasıyla piyanonun başına geçmesi bir oldu. Şuursuzca bağırıyordu. Bastonuyla piyanonun tuşlarına dokunan ellerimi dövüyordu.
“Çalmayın bu şarkıyı! Çalmayın! Çalmayın!”
“Gönül kapım açık çalmadan gir içeri.”
Başka çaremiz kalmamıştı. Sonunda Emel Sayın’ı kaçırmıştık. Emel Sayın bu şarkıyı söyleyince eski Çetin hemen geri geldi. Eski Çetin çok iyi niyetli bir adamdı. Mahalle milyonerlerine sabır ve inceliklerinden ötürü kendini uzun zaman borçlu, bazen de suçlu hissetti. Sanatçı kimliğiyle sayemizde barıştığı için, yeni bir güfte yapacağını, güftesini tüm yukarı ki ve aşağı ki mahallelere ithaf edeceğini söyledi. Yapma dedik.
Dinletemedik.


“Bizim mahalle aşağı ki mahalle
Sizin mahalle yukarı ki mahalle
Bizim mahalle goygoycu mahalle
Sizin mahalle yapıştır mahalle”

Şimdi talihin döndü Çetin!
Muazzam bir beste! Tılsımlı sözler! Hepimiz bu şarkının tesiriyle büyülenmiş gibi göbek atmaya başladık. Saadet sâri derler, anda her yanımıza bulaştı. Hemen bir saz ve söz grubu kurup hep birlikte şarkıyı ilden ile söylemeye başladık. Ben, Çetin, Emel Sayın, Fahriye Abla, Adile Teyze, Sarhoş Cemil, Elmalılı Hamdi, Keşanlı Ali, Kadırgalı Eşref, Şaban oğlu Şaban.
Şarkıyı dinleyen her kulak bir daha dinlemek istedi, söyleyen her dil bir daha söylemek istedi, bir daha, bir daha...
Şarkının şöhreti her yanı sardı. Beste fevkalâdeydi. Fakat nakarat kısmının güftesi hiç anlaşılmıyordu. Bu yüzden şarkının esrarına kapılan her kişi nakarat kısmını kendi bildiği gibi söyledi. Hiç hesapta olmayan bu durum Çetin’in ve bizlerin hazin sonunu getirdi.
Umumi ve gereksiz işlerle ilgilenen Heyet-i Umumi Hezeyanat tarafından Çetin’in aleyhinde açılan davada ahalinin “Ultra prima kaçtı kovala, takatukaları kaçtı kovala” gibi manasız ve gereksiz bir söz dizisi içinde boğuşmasına sebebiyet vermek suçundan müebbet mahbusiyetine karar kılındı.
Bir gecede mutluluğa paydos ettik. Yeşerecek bir dalımız kalmadı. Kimse bize her şeyin bu kadar hızlı olacağını söylememişti. Mutluluğumuzun bu kadar çabuk biteceğini bilseydik Milyoner Lokali’nde yaşadığımız her merhaleyi sene gibi yaşardık, bilseydik şarkıyı Zeki Müren gibi her kelimesinin, her hecesinin, her harfinin üzerine basa basa, ağzımızı aça aça, titreye titreye söylerdik.
Bilemedik.
Emel Sayın’ı saldık. Milyoner Lokali tarumar oldu. Hepimiz evlerimize dağıldık.
Çetin’in ayakları pencerede asılı kaldı.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

SEYYAH

 
     Hayatımın kırılma noktasını görebilmek için onlarca kitap okudum. Hiç biri hayatımı değiştirmedi. Günlerce film izledim. Sonra pencereden dünyaya baktım. Hayır, hiçbir şey fark etmemiş. Bahçedeki kör kedi hala ciğer arıyor. Alçak çöpçü yine bir tek benim kapımın önünü süpürmemiş. Beceriksiz çocuklar yakan top oynamayı öğrenememişler. Topu atıp hepsi birden kaçıyor sonra da gelmiyorlar.  
     Bir takvim yaprağında okumuştum, aksakallı dedeler geliyormuş birilerinin rüyasına ‘İşte Hayat!’ deyiverip gidiyormuş. Sonra da o zatın hayatı yeniden başlayıveriyormuş. Hatta elleri, ayakları, kafası bile başka oluveriyormuş. Pencereden dünyaya bakınca dünya bambaşka bir yer gibi görünüyormuş. Ben de bekledim. Gelmedi. Uyudum. Gelmedi. Sağa döndüm. Gelmedi. Sola döndüm. Gelmedi. Olmadı. Ne yaptıysam olmadı.

Dışarı çıksam da havamı alsam, parkta gazete unutmuştur birileri. Gazete okusam. Birileri yana yakıla beni arıyordur, belki ilan vermiştir. Okumazsam beni nasıl bulacak? Bulamazsa kederlenir, ağlar. Bulursa havalara uçar, sevinçten ağlar.  Gazete ilanlarına bakmalıyım, hemen şimdi! Beklememeli daha fazla.

“Merhum Asaf Efendi’nin kerimesi Mevkıbe Hanfendi’nin 73. Cuması sebebiyle mevlidi Maçka parkı teleferiklerinde okutulacaktır. Katılım kontenjanlarla sınırlıdır.”

“Overlokçu, son ütücü, ilk parçalayıcı aranıyor.”

“Kimliğimi kaybettim. Bulana aşkolsun.”

“Satılık arsa. Üç tarafı denizlerle çevrili. Çok stratejik konumda. Kelepir!”

Seyyah olabilirsiniz.  Maceraya hazır mısınız? ”

    Gene arayan soran olmamış. Seyahate mi çıkmalı? Uzun olmasa da kıyak bir yolculuk... Yeni bir şeyler olmalı, heyecanlı bir şeyler... Döndüğümde herkese anlatmalıyım ne yediğimi, ne içtiğimi, nereleri gezdiğimi, gördüklerimi… Bilhassa kendimi anlatmalıyım. Günlerce…
Nasıl bir insanım? Mutlu mu? Üzgün mü? Neşeli mi? Öfkeli mi?  Düşünceliyim belki de. Belki de gamsızım. Hiçbir şeyi umursamam. Ya da günlerce düşünür kahrolurum. Kim bilir?

“Bak işte onu hiç sevmem, şuna dayanamam, buna bayılırım, ancak limonla ayılırım…” diyebilmeli. İnsan kendini bilmeli.

“Bıkmadınız mı hala? Hayatınızı değiştiriyoruz! Evinizin içinden alıyoruz! Beş günde kendinize gelin!”

Evet bıktım. Beş günde kendim bana gelirse, beni bulabilirim! Günlerce beni anlatabilirim. Şu kör kediden başlarım. Göremez ama iyi dinler hınzır.
Sonra çöpçüye çatarım. Neye kızdığımı, neden kızdığımı anlatırım. Sonra bakkala gider muhabbet ederim. Bakkalda tesadüfen iki kişi daha görürüm onlara da anlatırım beni. Onlar da ‘çok acayip insan’ diye arkadaşlarına anlatır. Sonra arkadaşları da beni dinlemek ister. Ben de anlatırım. Uzaklardan bir sürü adam gelir. Yine anlatırım. Herkesin beni dinleyesi gelir, ben de beni anlatırım.

“Hayatınızı değiştiriyoruz dedik ya! Hadi! Ne duruyorsunuz!”

Yeni bir hayata yelken açmak üzereyim. Kalem-kâğıt? Burada. Limon kolonyası? Burada. Tırtıklı cips? Burada. Tırnak makası? Burada.
Yolculuk vakti gelsin. Bir oda, bir kapı, pencere yok. Musluk, oturak.

1.GÜN
Çok güzel bir gün. Kedi ayak seslerimi duyamayınca kahrından ne yapacağını şaşırmıştır. Belki çöpçü de kapımı süpürmüştür. Kesin süpürdü. Hissediyorum. İlk günden hislerim kuvvetlendi. Çok iyi oldu bu yolculuk. Hıh. Aferin. Şöyle sırtını da yasla. Her şeyi de yazma şimdi. Olmaz. Her şeyi yaz ki anlatabilesin.
Başım kaşınıyor. Fark edebiliyorum. Kaşıdım. Kaşıntı geçmedi. Kakam geldi. Oturağım ilk siftahını yaptığı için çok mutlu. Bereket kapağı var, kokusu pek yayılmıyor. Yediğim ekmeğin kırıntılarını silkelemedim. Topladım, biriktirdim. Duruyorum. Pencerede olsaydım çocukların nasıl oynadıklarını görebilirdim. Belki yakan top oynamayı öğrenmişlerdir. Hatta benden bahsetmişlerdir belki de. Olsa da görse demişlerdir.
Gene kakam geldi. Yaptım. Kapağı da kapattım. Hava karamıştır artık. Belki gece olmuştur. Uykum gelecek mi acaba? Gelirse haber verir mi? Midem yanıyor. Açlığa alamet. Uykum haber vermedi ama ben uyudum.

2.GÜN

    2.günün 2. gün olduğundan eminim şimdi çünkü 1 kez uyudum. 1 kez uyursan 2. gün olur. 2 kez uyursan 3. güne gelirsin. 5. kez uyursan olmaz, seyahatin bitmiş demektir.
   Acıkınca midemin sızladığını 1. gün öğrendim. Ekmek yiyince de sızısı geçiyor. Sonra da kakam geliyor. Kakamı yaptım. Kapağı kapattım. Daha çok acayip bir şey olmadı ama dur hele bu gün 2. gün. Çocuklar ne yapıyordur acaba? Çöpçü beni aramaya çıkmış olmasın? Ya kör kedi yürürken karşısındaki duvarı göremez de kafayı kırarsa. Kesin vurmuştur kafayı. Ben yokken biçare kalmıştır orta yerde. Ölmezse, pek enteresan seyahatimden dönünce alacağım gönlünü. Kırdığı kafasını sarmalayacağım. Tuz basacağım yarasına. Tuz iyidir, yarayı tazeler. Oracıkta bir yarası olduğunu hatırlatır adama. Bunu da anlatmalıyım herkese bir sürü şey öğrendim şimdiden.
Tuz iyidir.
 Alamet-i açlık geldi yine ama ben uyudum.
 
3.GÜN

    Üşüyorum. Sol kolunun üzerine yatarsan kolunu kıpırdatamazsın. Ekmek yemezsen de kılını… Ekmek yedim. Kakam geldi. Yaptım. Bok kokusu sâriymiş. Her yanım kokuyor. Oturak dolmak üzere. Çocuklar ne yaptılar? Ne de güzel yakan top oynarlardı. O emektar çöpçü her yanı süpürür, pür pak ederdi. Hele o kedicik, ah o kedicik beni gördüğü yerde koşar gelirdi. Nasıl üzülmüştür yokluğumda. Benim adımla miyavlıyordur şimdi. Adım neydi ki benim? O biliyordu işte. Çıkınca soracağım. Adım neydi diyeceğim. O da söyleyecek bana adımı sonra bakkala gideceğim” merhaba”  diyeceğim. Adımı söyleyeceğim. Sonra bir yazı asacağım kapımın eşiğine, “sevgili emektar çöpçü benim kapımın önünü de süpürdüğün için teşekkür ederim” diye yazacağım. En alta da adımı yazacağım hatta imzamı atacağım. Çocuklar beni adımla çağıracaklar. Her sohbette benim adım geçecek sonra, çok sevecekler adımı. Çocuklarına benim adımı koyacaklar. Evet, seyahatim bitince adım gelecek, beni soracak. Sonra seyrana çıkacağım, adım kolumda…
Kakam geldi, oturak dolu. Lavaboya sıçılmaz.Uyuyacağım.

4.GÜN

    Lavaboya sıçılır. Musluğunda kıçını yıkarsın hatta. Oturak taşarsa görürsün.
    Ellerim bir görünüp bir kayboluyor. Tabi, değişecek olan şey kaybolur. Bulaşık yıkarken de öyle olur ya. Kirlenir, başka bir şey olur. Adını unutur. Tabak tabaklığından usanır. Suyun altında iki elinin arasında evire çevire yıkarsın. İşte o sırada görünmez olur. Sonra yeniden dirilir. Tabak olur.Tabak olayım ben de. Kaybolayım sonra yeniden görüneyim. Herkes görsün beni. Kedi de görsün. Yakan top da bana değsin. Çöpçü de bana selam etsin. Bakkal “başka bir şey lazım mı?” desin.
Artık sıçmak istemiyorum. Ellerim gelmedi daha, donumu indiremiyorum. Kıçım da kaybolsa… Oturmak istemiyorum. Bacaklarım da gitti. Gelirler belki.
Yat, uyu.

5.GÜN

    Belki yoktum. Hiç olmadım, yeni geleceğim. Belki gelmeyeceğim. Belki hep vardım.  Belki havaya karışırım bu gün. Gaz olurum. Bu kokuyla olsam olsam karbon gazı olurum.
     Sanırım sadece kafam kaldı burada. Birkaç saat sonra dışarıda olacağım. Bereket kakam gelmedi. Kafam da gidecek ve artık gelmeyecek. Kör kedi bekleyip bekleyip gitmiştir. Çocuklar oyun oynamaz artık. Çöpçünün burnu havadaydı, zaten güzel süpürmezdi sokakları. Süpürmesin artık. Uyumayacağım.
   
Seyahat kendini bitirmedi. Yokum şimdilik. Belki var olurum yeniden. Kör kedi olurum, çocuk olurum. Belki de çöpleri süpürürüm. Çöpçü olurum.
Her an yeniden gelirim belki.